EDEBİYAT PROJESİ


                      EDEBİYAT PROJESİ


HAZIRLAYAN:  Mert Servan CİNEMRE

KONU           :  Cumhuriyet Döneminde Milli Edebiyat geleneğini sürdüren romanlardan ikisini okuyarak roman incelemesi çalışması yapınız. Bu gelenek içinde yazılan bütün eserlerin adlarını ve eserlerini araştırınız.

SINIF         :12/E
NO             : 8526

OKUNAN ROMANLAR : Gizli El (REŞAT NURİ GÜNTEKİN)

                                                İSTANBUL'UN BİR YÜZÜ (REFİK HALİT KARAY)
-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-

GİZLİ EL (REŞAT NURİ GÜNTEKİN)

ESERİN YAZARI-KONUSU-DÖNEMİ TÜRÜ HAKKINDA

 Gizli El, Reşat Nuri GÜLTEKİN ' in ilk romanım dediği ve ilk baskısı 1920 yılında Dersaadet gazetesinde tefrika (süreli yayınlarda bölüm bölüm yayımlanan, birbirini tamamlayan bölümlerden oluşan yazı dizisi.) edilerek yapılan ama kitap halinde de ilk kez 1924 yılında basılan romandır.

  Aslında yazarın ilk romanı Harabelerin Çiçeği adlı romanıdır. Fakat bu roman yabancı bir yazarın romanından yapılmış bir uyarlama olduğundan Reşat Nuri GÜLTEKİN ' in ilk özgü romanı Gizli El olmaktadır. 

 Roman yazar tarafından ''vurgunculuk ve nüfuz ticaretini eleştirmek maksadıyla kaleme alınmış ancak sansür nedeniyle bir aşk romanına dönüşmüştür. Ahlaki yönden ders veren mesajlar içeren roman yasadışı işlere bulaşan Şeref ' in içsel konuşmaları , çatışmaları , çevresiyle mücadelesini aktaran bir çeşit öz eleştiri şeklinde yazılmıştır.

 Roman 1914 ile 1920 yılları arasında Bursa , İstanbul , Gemlik mekanlarında geçen beş yıllık bir süreci anlatmaktadır . Olaylar çoğunlukla Gemlik ' te ve özellikle Aziz Paşa'nın Narlı Çiftliğinde geçmektedir . Şeref , Seniha ile burada tanışıp evlenmişler , Şeref ve Seniha daha sonra İstanbul'a gelmişlerdir.
Romanın olayların ana kahramanı Şeref ' in ağızından aktarılmıştır. Olaylar Şeref ' in anlatım bakış açısı , - kahraman anlatıcı , birinci tekil anlatıcı - yöntemiyle anlatılmıştır.

KİTABIN KONUSU

  ''Bu romanda bireysel hırslarının peşinde koşan ve bu uğurda maddi olarak yükselen ama ahlaki olarak düşen Şeref‘in hikâyesi anlatılır. Reşat Nuri Güntekin okuyucuya, kendi çıkarları için diğer insanları umursamayan insanların içine düştüğü trajik durumu ve bu insanları bekleyen sonu gösterir. ''

 ANA FİKRİ 

   Büyük hırslara sahip olanlar ve yasadışı işlere bulaşanlar en sonunda yaptıklarından pişman olacaklardır.   Aşırı yükselme hırsı insanların hayatlarını mahveden bir duygudur.

 ROMANIN KARAKTERLERİ 

Şeref:  Yirmi dört yaşında okuldan mezun olup, Gemlik‘te memur iken Seniha ile evlenir.  Hırslı ve yükselme arzusu içinde olan Şeref, Miralay ile tanışıp yasadışı işlere bulaşır ve hapse girer.
Seniha: Şeref’in karısıdır ve Aziz Paşa‘nın Fransız mektebinde okumuş çok iyi Fransızca konuşan kültürlü bir kızdır.
Doktor Cemil:  Emeklilik günlerini Gemlik‘te geçiren, Şeref‘in Aziz Paşa ailesi ile tanışması ve Seniha ile evlenmesine yardımcı olan kişidir.
Aziz Paşa: Altmış beş yaşlarında olan Aziz Paşa, çiftlik işleri ile fazla ilgilenmeyen hayattan zevk almaya çalışan bir karakterdir.
Miralay Murat : Şerefi kanunsuz işlere bulaştıran ve sevk eden kişidir.

KİTABIN ÖZETİ 

Romanın kahramanı olan Şeref, afyon meselesini konuşmak için umum müdürünün yanına gitmiş, oradan çıktıktan sonra karısı Seniha ile buluşmuştur.  Seniha ile biraz sohbet eden Şeref, geçmişi anımsayarak beş yıl öncesine gider. “Beş sene evvel gene böyle bir ilkbahar günüydü. Bu kapının dışındaki koridorda, süzgün çehreli, mahcup ve korkak bir çocuk dolaşıyordu. " (s.9)  “Seniha’yı yatmağa gönderdim. Kendim, yarına yetişmesi mutlaka lazım gelen bir hesap işini bahane ederek çalışma odama indim. Muhakkak ki şimdi bu saatte hesapla uğraşıyorum masamın başında... Fakat eski hayatımın hesabıyla." (s. 14)
 
Şeref beş yıl öncesini hatırlayarak okuldan mezun olduğu ve babasını kaybettiği günleri anımsamıştır. Şeref,  o yıl Gemlik‘te maliye memuru olarak işe başlamış ama çok büyük hedefleri ve planları olduğu için başladığı bu memuriyet hayatının onu bu hedeflerine ulaştırmayacağını bildiğinden memuriyet hayatından sıkılmaya başlamıştır.  “Kış aylarında çok sıkıldım; fakat bahar, şöyle böyle avuttu. Akşam işlerimi bitirince, şehirden kaçıyor, geç vakitlere kadar bahçeler arasında, kırlarda dolaşıyordum” (s.17-18)
 
Şeref, bu şekildeki duygular içinde günlerini geçiriyorken emekli bir askerî doktor olan Doktor Cemil ile tanışır. Doktor Cemil onu eski bir saray paşası olan Narlı çiftliğinin sahibi olan Aziz Paşa ile tanıştırmıştır.
 
Aziz Paşa‘nın Seniha ve Adnan adında iki çocuğu vardır.  Aziz Paşa ile dostluk kuran Şeref, Aziz Paşa’nın oğlu, Adnan‘a özel ders vermeye de başlamıştır. Aziz Paşa’nın kızı Seniha, Fransız Kolejini bitirmiş eğitimli bir kızdır.  Aziz Paşa’nın oğlu Adnan’a ders veren Şeref bir müddet sonra Aziz Paşa’nın kızı Seniha’ya da Türkçe dersleri vermeye başlamıştır.
 
Fakat bu özel dersler sırasında Aziz Paşa‘nın kızı Seniha ile Şeref arasında gönül ilişkisi başlar. Bir gün Adnan ile Seniha, İstanbul‘daki bir yakınlarının düğününe katılmak için giderler.  Fakat Seniha ve Adnan,  İstanbul’dan birkaç akrabaları ile geri Gemlik’e dönmüşler, Aziz Paşa da konağında bu yakınları için her gece bir eğlence düzenlemeye başlamıştır.
 
Bu eğlenceler Gemlik halkı tarafından yadırgandığı ve dedikodu malzemesi yapıldığı için Şeref’i rahatsız eder. Üstelik Seniha’nın akrabaları ile kadınlı erkekli eğlenmelerini kıskanmakta Seniha hakkında çıkan söylentiler de onu çok üzmektedir.
Hatta bu eğlenceler Şeref ile Seniha arasındaki kültürle ve maddi farkları da ortaya çıkarmış, Şeref bu nedenle Seniha’nın daha üst bir sınıfın insanı olduğunu fark etmiştir. Aziz Paşa’nın akrabalarından olan Nevnihal Hanım, Genç süvari zabiti, eski bir şehbender olan Nusret Bey, eski bir istinaf mahkemesi reisi gibi insanlara bakarak onların dünyasından farklı bir dünyada yaşadığını anlar.
 
Şeref, bir gece Aziz Paşalarda bir akşam yemeğine Çağrılır.” O kadar ki ertesi gün beni çiftliğe çağırdıkları zaman ne aldığım beş, on kuruş para, ne başka bir şey için değil, sırf orasını ağaç tepelerinden gözetleyenlerin yaptığını yapmak, içimdeki iğrenç merakı tatmin etmek için gittim. ” (s.60)  Bu yemekte Seniha’yı boş yere suçladığını hatta boş yere de kıskandığını anlar.  Ama ayrı dünyaların insanları olması sebebi ile bir daha Çiftliğe gitmek istemeyen Şeref, Aziz Paşa‘ya tayinini çıktığı bahanesini uydurarak ayrılır. Şeref , Seniha’nın ayrı bir sınıfın insanı olduğunu fark ederek umutsuzluğa kapılır.  “Bütün azaplarım, ümitle ümitsizliğin boğuşmasından ileri gelen bütün buhranların bu meseleyi halledinceye kadardı. Şimdi artık ne o taraftan, ne bu taraftan olmadığımı, iki arada, hatta bütün sınıflar arasında yapayalnız bir adam olduğumu görüyor ve buna üzülüyorum. ” (s.76)
 
Fakat eve giderken Şeref bir kaza geçirip yaralanır.  Şerefi yaralı olarak bulanlar onu Doktora getirirler.  Doktor, Şeref‘i tedavi ederken Şeref’in cüzdanındaki Seniha’nın resmini görmüş ve onun Seniha’ya âşık olduğunu anlamıştır.
 
Bunun üzerine doktor, giderek bu durumu Aziz Paşa ile paylaşır. Bu aşamadan sonra Doktor araya girerek, Şeref ile Seniha’nın evlenmesini de temin eder. Seniha ile evlenen Şeref karısı Seniha ile balayını geçirmek üzere İstanbul’a giderler.
 
Seniha ve Şeref bir müddet orada kalırlar ama Aziz Paşa‘dan aldıkları mektup üzerine tekrar Gemlik‘e dönerler.  “Mesut muyuz ? - Elbette mesuduz. - Daha sonra... - Daha sonra ne olacak ?
Mesuduz işte. ” Oh ne âlâ, ne âlâ!” (s. 115)
Seniha ile evlendikten sonra istediğini elde ettiği halde Şeref bir boşluğa düşmüştür. Önemli işler yapmak ve başarmak hırsı yeniden onu rahatsız etmeye başlamıştır. Üstelik kumar tutkunu olan Azi Paşa git gide batmaktadır.  Hatta Aziz Paşa oldukça borçlanmış çiftliği dahi işletemez hale düşmüştür.
 
Bunun üzerine Şeref, hem çiftliğin işlerini düzeltmek, hem de Aziz Paşa‘nın borçlarını ödeyebilmek için bir süre uğraşır. Ancak 1. Dünya Savaşı başlamış, Şeref de askere çağrılmıştır. “Saray-Bosna’da Prençip diye bir serseri oğlan, Avusturya Veliahtı François Ferdinand’ı öldürmüş... Sonra tafsilatı uzun uzun okudu. ” (s.90)  Fakat gizli bir el Şeref’in ön cephede değil cephe gerisinde bir göreve gelmesini sağlamıştır.  Bu nedenle cepheyi görmeyen Şeref, Bursa Ahz-ı Asker Şubesinde yazıcı neferi olarak askerlik hizmetini yapmaya başlamıştır.
 
Bursa‘da asker iken bir ara Doktor Cemil de onu görmek için yanına gelmiştir.  Doktor Cemil onu Miralay Murat Bey adında biriyle tanıştırır.  Miralay Murat Bey’in sayesinde kurye olarak Viyana‘ya gönderilir. “Peri sarayının kapıları durmadan hemen hemen kendiliğinden açılıyor, bunları açan elleri yine görmemekte devam etmekle beraber, kendim de gitgide onları kurcalamakta bir nevi meleke kazanmakta olduğumu anlıyordum‖” (s.109)
 
Savaş bitmiş, gizli bir elin yardımı ile Şeref, “Yardım Teşkilatı”‖ adı altında bir takım işler yapmaya başlamıştır. Hatta vagon ticareti yaparak yavaş yavaş zengin olur.  Zengin olduktan sonra Seniha’yı da alarak İstanbul’a taşınır. Hatta işleri olduğu bahanesi ile karısını kandırarak gece hayatına da başlar. Bir takım yasadışı işlere de bulaşmış gece hayatı ve içkili toplantılarından bunalan Seniha da İstanbul’dan ayrılarak babası Aziz Paşa’nın Narlı Çiftliğine dönmüştür.  
 
Şeref ve arkadaşları İstanbul‘un en lüks hayatını yaşamaya ama bir takım da yasadışı işleri yapmaya devam etmektedirler Bu nedenle Seniha ile de arası açılan Şeref hapse de düşmüştür. İki ay sonra ağır bir para cezası ile hapisten çıkan Şeref’i , Seniha ve Aziz Paşa karşılamışlar ve hep birlikte Narlı Çiftliğine dönmüşlerdir.

o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-o-

İSTANBUL'UN BİR YÜZÜ (REFİK HALİT KARAY) 

ESERİN YAZARI KONUSU DÖNEMİ TÜRÜ HAKKINDA 

 İstanbul'un İç Yüzü ' adlı roman Refik Halit Karay ' ın yazmış olduğu ilk romandır . Refik Halit Karay bu romanın 15 Eylül 1918 yılında yazmış ama romanın ilk baskısı 1920 yılında yapılmış ve roman ''İstanbul'un İç Yüzü'' adında basıldımıştır.

 Romanın ikinci baskısı ise Refik Halit Karay 'ın ikinci sürgünü olan Suriye ' deki sürgün yıllarından sonra 1939 yılında yapılmış roman bu defa ''İstanbul'un Bir Yüzü'' adıyla yayımlanmıştır.

 İstanbul'un Bir Yüzü adlı roman Gurbet Hikayeleri ve Memleket Hikayeleri adlı öykü kitapları ile adından çok söz ettirmiş olan Refik Halit Karay ' ın ilk romanı olmasına rağmen en iyi romanı kabul edilmektedir.

 Roman, II. Abdülhamit’in romanda özlemle yâd edilen döneminden sonra II. Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki İstanbul’un bu üç dönemdeki üç yüzünü bir konağa yansıyan halleri üzerinden bir hizmetçi kızın anıları ve anı defteri bağlamından anlatılmaktadır.  Fikri Paşa Konağı adlı mekanı merkez olarak alan roman bu üç dönmede konağa yansıyan üç ayrı tip dönemi, bu üç dönemdeki üç  ayrı tip insan modelleri ve sosyo kültürel değişimleri anı şeklinde kaleme almaktadır.

Romandaki olaylar İsmet adlı yanaşma kızın günlüğü biçiminde yazılmış ve İsmet adındaki yanaşma kızın bakış açısı ile anlatılmıştır.   II. Abdülhamit Döneminde çocuk olarak  Fikri Paşa konağına gelen İsmet , bu konağa gidip gelen insanlara bakarak üç dönemde değişen portelere bakarak ve onların değişen işleri , ilişkileri,  çok sayıda portrenin dünkü ve  romandaki bu günkü hallerini anlatarak bu üç dönemi başarı ile betimlemiş olmaktadır.
 
Harp Zengini’, ‘Eski Devirdekiler’, ‘Yeni Devir Simaları’, ‘Eski Devir Simaları’, ‘Harp Devrinin Hanımları’, ‘Eski ve Yeni İstanbul” altı başlıkları altında İstanbul’un üç ayrı dönemde değişen üç ayrı yüzünü anlatmaktadır.

ROMANIN KONUSU

Sık sık geriye dönüşlerle  harp zamanını anlatan romanda  II. Abdülhamit devri II. Meşrutiyet, İttihat ve Terakki dönemlerindeki İstanbul romanın konusu ve zamanı olmaktadır.
“II. Abdülhamit devri ile II. Meşrutiyet sonrası İstanbul’u idari kadro, aile hayatı, eğlence anlayışı veinsanlar arasındaki çeşitli münasebetleriyle gelenek ve görenekler açısından mukayese edilir; İttihat veterakki mensuplarının ve bunların Birinci Dünya Savaşı sırasında zengin ettikleri insanların hayatı”(Aktaş, 2004 , s. 98)

ANA FİKRİ 

Abdülhamit dönemi daha güzeldi.  II. Meşrutiyet ile her şey değişmeye başladı ve daha da kötü oldu. Birinci Dünya Savaşı ile savaş zenginleri ortaya çıktı ve bu sonradan görme insanlar zengin olmak için her şeyi mubah gördüler.

ROMANDAKİ KARAKTERLER VE TİPLER 

İsmet : Romanın  anlatıcısı ve gözlemcisi  konağa yanaşma gelen kız
Kani :  İsmet’in konakta iken tanıdığı  savaş zengini olan çocukluk arkadaşı
Kani’nin Annesi :  Dalkavukluk yaparak işlerini yürüten bir kadın
Fikri Paşa:  Kokmaz blaşmaz her devrin adamı bir tip
Hanimefendi : Paşa’nin Kayinvalidesi
Dilara : Paşa’nin Karisi
Ragibe – Şadiye : Fikri Paşa’nın kızları
Lütfi Pehlivan : Külhanbeyi,  zorba, ve savaş zengini
Ahmet Bey : Sarayın  hafiyelerinden Biri
Zal Bey : Sarayın  adamı , hekesi haraca bağlayan bir adam

İSTANBUL'UN BİR YÜZÜ ÖZET

Fikri Paşa Konağına evlatlık bir kız olarak gelen İsmet, konağa çocuk olarak geldiği Abdülhamit öncesi günlerden başlayarak günlerden başlayarak Abdülhamit Dönemi sona ermiştir. Fikri Paşa’nın konağı nezaketli ve zarif insanların yaşadığı bir konaktır.  İsmet ise bu konağa evlatlık girmiş bir kızdır. Bu konakta Kani adında yanaşma bir delikanlı da vardır. " Konakta böylesi sakin bir hayat varken savaşlar patlak veri.  Çocukluk yıllarında bu konakta olan Kâni ile İsmet,  Büyükada İskelesi’nde karşılaşmıştır.
 
. ““Ta küçükten beri birbirimizi mahalleden tanırız. O, Soğukçeşme rüştiyesine giderdi; pembe yanaklı, ablak çehreli, simsiyah üzüm gözlü, biraz peltek ve bön bir çocuktu; ben o zaman daha dört yaşında, başımda yemeni, kulaklarımda, düşmesin diye arkadan ibrişimle birbirine bağlanmış çeyrek liradan küpeler, sakız çiğneye çiğneye sokaklarda gezen, yaramaz kızım. Ona yanaklarının rengindenkinaye “Elma Kâni” derlerdi, benim ismim “Yüksük İsmet’di;”  (Karay, 2011, s. 7-8) 
 
Bir Harp Zengini olan Kani,  İsmet’e nasıl zengin olduğunu anlatır. işte Kani'nin annesi böyle kadınlardan biriydi. Vaktiyle berberlik yapan kocasını Fikri Paşa'ya sokulunca mubassırlıkl mekteplere kayırmış, bir müddet sonrada başına bir abani sarık bağlattırıp rüşdiyelere tecvid ve ilmihal hocası tayin ettirmişti. Berber İdris,  İdris Hoca olmuştu."  Asıl konu zengin olması değil, halkın eski zenginler kızmayıp savaş zengini yen türeme zenginlere kızıyor olmalarıdır. “ Şimdi de işte aynı kılıkta Kâni’den çekinmeden tuvaletin önüne geçmiş, saçlarımı kıvırıyor, yüzümü düzeltiyordum.  Ben bunlarla  meşgulken  o da yan taraftaki banyo odasında bağırarak konuşuyordu.. Az sene içinde İstanbul ne kadar başkalaşmış, yaşayışımızda ne koca bir inkılap olmuştu… O,büsbütün garip, fakat –doğrusu-hoş bir alemdi Türedilik içinde bir kibarlık vardı; böyle hercümercolmuş bir nesil değildik sınıf sınıf ayrılmış, hudutlarımızda tecavüzsüz yaşıyordu.” (Karay, 2011, s.41)
 
Kani, evveliyatında beş parasız birisidir. Açlık ve sefaletten dolayı askere gitmeye karar vermiş, Hatif Paşa’nın oğlu Recep ile Harbiye Nezaretini daire daire dolmamışlar ve Halep için yağ toplama işini fark edince Halep için yağ toplamaya başlarlar. Kani, savaşın getirdiği fırsatlardan faydalanarak zengin olmuştur. “Seferberliğin başında, ilk günü cebimde tam bir mecidiye vardı; onunda dokuz kuruşla tutum,Şayan’a bir mercan terlik aldım… Elimde on bir kuruş kaldı. Askere de çağırıyorlardı. Halim bitkindi,konaktakilerden hiç ümit kalmamıştı. Meşrutiyetten beri her sene biraz daha azalıp küçülerek nihayet perişan bir hale düşmüşlerdi.” (Karay, 2011, s. 37) 
 
 Kani,  1. Dünya Savaşında ortadan kaybolduktan sonra ortaya çıkmış ve ne kadar zengin olduğunu göstermek için İsmet’i Şişli’deki evine getirmiştir.  Kani bu evde zenginler için bir davet vermiş, bu davete katılanların hepsi de savaş zenginidir ve katılan kadınların pek çoğu Ermeni, Rum ve Fransız kadınlarıdır.
Kani, zenginliğin verdiği bu öz güven ile şımarıklık ile eski çevresini küçük görmektedir. Artık ona göre her şey para ve lüks hayattan ibarettir.
 
 Abdülhamit dönemi 1908 Meşrutiyetin ilanı bitmiş her şey çok değişmeye başlamıştır. Üstelik çok geçmeden hudutlara tecavüzler de başlar. Fikri Paşa, hiçbir şey yapmadığı, hiçbir söze karışmadığı için yerinde kalan ve sakin hayatını devam ettiren bir adamdır. 1908 de Meşrutiyet ilan edilince Fikri Paşa ‘da bu kabineye girer. Meşrutiyetin ilanı üzerine Paşa yeni kabineye girdi. Ona kimse hakaret etmedi; hatta bir sözbile çıkışmadı. Onlardanmış. İşte buna inanmazdım. Fakat ayan azalığına tayin edilince benimdeşüphem çoğaldı, iki kelimeyi bir araya getirip söylemek hususundan mahrum olan bu yetmişlik adam yeni idarede ne yapabilirdi.” (Karay, 2011, s. 50)
 
Fikri Paşa’nın konağı bu defa da Meşrutiyet taraftarlarının merkezlerinden birisi haline dönüşmüştür Fikri Paşa, memlekete hiçbir faydası olmadığı halde en ufak bir zararı bile olmayan bu Paşa’nın konağına girip çıkanları gözlemleyen İsmet, Konağa gelip gidenlerden memleketin ahvalini de çıkarmaktadır. Lakin en çok dikkat ettiği şey, Kani gibi fakirlerin harp ile birlikte nasıl zengin olduklarıdır.
 
Memlekette her şey değişmekle birlikte Fikri Paşa Konağının 1908’ den sonraki ahvali eskiden daha da güzel olmasına rağmen yine de pek çok değişmemiştir.  Fikri Paşa açısından çok şey değişmese de İstanbul ile konağa giden gelenlerin hali pek çok değişmektedir.
 
Devlet adamları Saraçhane’de yaşayıp, Kandilli’ de eğlenceler tertiplemektedir.
Bunların hepsi de savaş zenginleridir. .Külhanbeyi Lütfi Pehlivan’, pehlivanlik yapmış savaş yıllarında evleri basmış, , adam vurmuş, baskınlar düzenlemiş,  gümrüğe katip olarak girmiş ama gümrük müdürünü kaçırtıp yerine kendisi geçmiş, gümrük  müdürlüğüne kadar yükselmiştir. Har vurup harman savuran bu adam hamam kapatmak meyhane kapatmak gibi azgın azgın işler de yapmaktadır.  “Lütfi Pehlivan, aynı zamanda gümrükte de kâtipti; eski devirde hiç uğramazmış, sonrakindedevama başlamış, terakki itmiş, müdürlüğe kadar çıkmış…” (Karay, 2015, s.100-101)

-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-

Cumhuriyet Döneminde Milli Edebiyat


 Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Memduh Şevket Esendal, Refik Halit Karay, Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) ve Aka Gündüz Milli Edebiyat zevk ve anlayışını sürdüren başlıca yazarlardır.

TEMSİLCİLERİ 

► Reşat Nuri Güntekin (1889-1956): Daha çok romancılığıyla tanınır. Yaklaşık 200 civarında hikayesi de vardır. Hikayelerinde Maupassant tarzı görülür. Eserlerinde Anadolu insanının günlük yaşantısını, sosyal ve psikolojik durumunu ele almıştır. Bunun yanında sevgi ve hoşgörü, onun eserlerinin vazgeçilmez temalarındandır. Eserlerinde sade, temiz ve doğal bir Türkçe kulanmıştır.

Eserleri:
Roman: Çalıkuşu (1922), Dudaktan Kalbe (1925), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Eski Hastalık (1938), Miskinler Tekkesi (1946)...
Hikaye: Eski Ahbap (1919), Roçild Bey (1919), Tanrı Misafiri (1927), Leylâ ile Mecnun (1928), Olağan işler (1930)...



► Halide Edip Adıvar (1882-1964): Cumhuriyet dönemi öncesinde ve sonrasında roman ve hikayeleriyle tanınan kadın yazarımız Halide Edip, teknik bakımdan zayıf olan eserlerinde genelde kadın kahramanlara yer vermiştir. Bu kadın kahramanlar irade, karakter ve kültür bakımından güçlüdürler. Halide Edip'in eserlerindeki dil başlangıçta Servet-i Fünun etkisindeyken giderek sade ve doğal bir hâl almıştır.

Eserleri:
Roman: Handan (1912), Yeni Turan (1913), Ateşten Gömlek (1923), Sinekli Bakkal ( 1936), Sonsuz Panayır (1946), Akile Hanım Sokağı (1958), Hayat Parçaları (1963)...
Hikaye: Harap Mabedler (1911), Dağa Çıkan Kurt (1922), Kubbede Kalan Hoş Sada (1974)...


► Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974): Yakup Kadri romanlarıyla şöhret kazanmış, hikayeleriyle de edebiyatımıza önemli katkılarda bulunmuştur. Sanat hayatının ilk döneminde bireyci anlayışla eserler vermiş, ikinci döneminde ise sosyal hayata yönelmiş, toplumun sorunlarıyla ilgili eserler vermiştir. Hikayelerinde ayrıca Anadolu'yu ve Anadolu insanını işlemiş, bu yönüyle memleket edebiyatına önemli katkılarda bulunmuştur. Eserlerinde realist geleneğe ve Maupassant tarzına bağlı kalmıştır.

Eserleri:
Roman: Kiralık Konak (1922), Sodom ve Gomore (1928), Ankara (1934), Yaban (1936), Panorama ( 1953), Hep O Şarkı (1956)...
Hikaye: Bir Serencam (1913), Rahmet (1923), Milli Savaş Hikayeleri (1947)



► Refik Halit Karay (1888-1965): Siyasi görüşü ve tutumu yüzünden yurt dışında ve yurt içinde sürgünlere gönderilen yazar, sürgün olarak gittiği Anadolu'nun çeşitli köy ve kasabalarında yaşayan insanların hikayelerini realist bir bakışla ele almış, bu hikayelerini "Memleket Hikayeleri" adıyla kitaplaştırmıştır. Bu hikayeleriyle memleket ve Anadolu edebiyatı konusunda çığır açan Refik Halit, o güne kadar konu bakımından İstanbul dışına pek çıkmayan hikayeciliğin konusunu Anadolu'ya taşımıştır. Yurt dışına kaçmadan önce yazdığı "İstanbul'un İç Yüzü" adlı romanında İstanbul'u bütün renkleriyle yansıtmıştır. Yurt dışından Türkiye'ye döndükten sonra kaleme aldığı romanlarında daha çok satma ve okunma kaygısı gütmüş, sanat endişesini bir kenara bırakmıştır. Hikayelerinde ise Maupassant tarzına bağlı kalmıştır. www.huseyinarasli.com

Eserleri:
Roman: İstanbul'un İç Yüzü (1920), Ay Peşinde (1922), Sürgün (1941), Nilgün (1952), Yeraltında Dünya Var (1953), Bugünün Saraylısı (1954), Kadınlar Tekkesi (1956), Dört Yapraklı Yonca (1957), Yerini Seven Fidan (1977), Ayın On Dördü (1980)...
Hikaye: Memleket Hikayeleri (1919), Gurbet Hikayeleri (1940)...


► Memduh Şevket Esendal (1883-1952): Sanat hayatının ilk döneminde Maupassant tarzı hikayeler kaleme alan ve Servet-i Fünun diline yakın duran yazar, ikinci döneminde (1920 sonrası) Yeni Lisan anlayışını benimseyerek roman ve hikayeler yazmıştır. 1920 sonrasında yazdığı hikayelerinde Çehov tarzını benimsemiş, Türk hikayesine yeni bir tarz (durum hikayeciliği) kazandırmıştır. Hikayelerinde aile kurumu, amir-memur ilişkisi, çocukluk, yozlaşma gibi konular üzerinde yoğunlaşmıştır.  www.huseyinarasli.com

Eserleri:
Roman: Ayaşlı ile Kiracıları (1934), Miras, Vassaf Bey
Hikaye: Hikayeler Birinci Kitap (1946), Hikayeler İkinci Kitap (1946), Otlakçı (1958), Mendil Altında (1958), Sahan Külbastısı (1983), Veysel Çavuş (1984), Gödeli Mehmet (1988)...



► Mithat Cemal Kuntay (1885-1956): Roman türünde yazdığı tek eseri olan "Üç İstanbul", en önemli eseridir. Eserinde II. Meşrutiyet ve Mütareke yıllarının İstanbul'unu ve yozlaşan insanları anlatır. Roman dışında şiir ve monografi yazmış, Fransız edebiyatından çeviriler yapmıştır.


► Cevat Şakir Kabaağaçlı "Halikarnas Balıkçısı" (1890-1973): Osmanlı Devleti'nin son köklü ailelerinden birine mensup olan Cevat Şakir, yazdığı bir yazıdan dolayı sürgün cezası almış, Bodrum'a sürülmüş, ancak burayı çok sevmiş ve sürgün cezası bittikten sonra Bodrum'a yerleşmiştir. Bodrum'da balıkçılık vb işlerde çalışmış, denizle iç içe bir hayat sürmüştür. Eserlerinin büyük bir bölümünü bu kasabada kaleme almış, deniz hikayeleri ve romanları yazarak deniz edebiyatının önemli bir ismi olmuştur. Ayrıca kendisine mahlas olarak "Halikarnas"ı benimsemiş, edebiyat dünyasında "Halikarnas Balıkçısı" olarak tanınmıştır. Halikarnas, Bodrum'un antik çağlardaki adıdır. Eserlerinde Ege Denizi ve Akdeniz'de geçen olaylardan, deniz dünyasından kesitler aktarmış, eski Yunan kültürüyle Türk kültürünün sentezlenmesi gerektiğini savunmuştur.

Eserleri:
Roman: Aganta Burina Burinata (1945), Uluç Reis (1962), Turgut Reis (1966), Deniz Gurbetçileri (1969)...
Hikaye: Ege Kıyılarından (1939), Merhaba Akdeniz (1947), Yaşasın Deniz (1954), Gençlik Denizlerinde (1973)...
Otobiyografi: Mavi Sürgün (1961)
Deneme: Anadolu Efsaneleri (1954), Anadolu'nun Sesi (1971), Düşün Yazıları (1981), Altıncı Kıta Akdeniz (1982)...


-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-O-


                                       Cumhuriyet dönemi Türkiye edebiyatında edebi akımlar





Beş HececilerFaruk Nafiz Çamlıbel • Yusuf Ziya Ortaç • Enis Behiç Koryürek • Halit Fahri Ozansoy • Orhan Seyfi Orhon
Yedi MeşalecilerSabri Esat Siyavuşgil • Vasfi Mahir Kocatürk • Yaşar Nabi Nayır • Cevdet Kudret • Kenan Hulusi • Muammer Lütfi • Ziya Osman Saba
Garipçiler (Birinci Yeniler)Orhan Veli Kanık • Oktay Rifat • Melih Cevdet Anday
HisarcılarMehmet Çınarlı • İlhan Geçer • Mustafa Necati Karaer • Nüzhet Erman • Yavuz Bülent Bâkiler • Sevinç Çokum • Oyhan Hasan Bıldırki
İkinci YenilerCemal Süreya • İlhan Berk • Ece Ayhan • Sezai Karakoç • Edip Cansever • Özdemir İnce • Turgut Uyar



Beş Hececiler: Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy ve Orhan Seyfi Orhon tarafından geliştirilen cumhuriyet dönemi şiir akımıdır.
Hecenin beş şairi adıyla da anılan bu sanatçılar milli edebiyat akımından etkilenmiş ve şiirlerinde hece veznini kullanmışlardır. Beş hececiler şiire birinci dünya savaşı ve milli mücadele döneminde başlamışlardır. Beş hececiler ilk şiirlerinde aruz veznini kullanmışlarsa da sonradan heceye geçmişlerdir.

Şiirde sade ve özentisiz olmayı ve süsten uzak olmayı tercih etmişlerdir. Şiirde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri, kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdir. Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmayıp, yeni yeni biçimler aramışlardır. Nesir cümlesini şiire aktarmış ve düzyazıdaki söz dizimini şiirlere de yansıtmışlardır.

Hece vezni ile serbest müstezat yazmayı da denemişlerdir.

Yedi Meşaleciler: Beş Hececiler’e tepki olarak ortaya çıkan Cumhuriyet dönemi edebî topluluğudur.Beş Hececiler, savunduğu sanat anlayışı ve görüşlere karşı içtenliği ve “öz şiir”i savunan yedi genç sanatçının oluşturduğu topluluktur.
Beş Hececiler’i halk şiiri geleneğinden yararlandıkları için eleştirmişlerdir. Edebiyatta daima içtenlik, yenilik ve canlılık peşinde koşmuşlardır. “Sanat, sanat içindir.” görüşünü benimsemişler ve geleneksel konulardan sıyrılıp yeni konular işlemişlerdir.

Sanatı tam anlamıyla batılı yapmaya çalışmışlardır. Olaylara gerçekçi ve izlenimci bir yaklaşımları vardır.

1928’de yayınladıkları “Yedi Meşale” adlı ortak kitapta yazılarını bir araya getiren topluluk şu isimlerden oluşmaktadır: Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Muammer Lütfü, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret ve Kenan Hulusi Koray.

Garip ya da Birinci Yeni: Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday’ın öncülüğünü yaptığı şiir akımının adıdır. Türk şiirinde o güne kadar yer etmiş kalıp ve anlayışlardan kurtulmak gerektiğini savunur ve biçimciliğe, duygusallığa karşı çıkıp, söyleyiş güzelliğini esas alır. 1941’de Orhan Veli, M. Cevdet Anday ve Oktay Rifat üçlüsü, şiirde var olan aşırı duygusallığa, şairaneliğe, basmakalıp söyleyişe başkaldıran şiirlerini Garip adıyla bir kitapta topladılar. Kitaba koyulan Garip adı zamanla hem üç şairi yansıtan bir kimlik kazandı hem de Türk şiirinde yeni başlayan akımı yansıttı. Şiirde her türlü kurala ve önceden belirlenmiş kalıplara karşı çıkıp kuralsızlığı kural edindiler. Şiirin ölçü, uyak ve dörtlükle ilgisiz olduğunu, özgür yazılması gerektiğini savundular ve şiirin konularını genişlettiler. O güne kadar “seçkin” bir tür sayılan şiirin her konuda yazılabileceğini savundular. Konuşma dilini şiire dahil ettiler; “nasır” gibi bayağı bir sözcüğün de şiirde kullanılabileceğini gösterdiler. Halk deyişlerini şiire aktardılar. Bütün bu aykırı özellikleriyle şiir gibi görünmeyen ve Türk Edebiyatı içinde tepki toplayan Garip Akımı, ancak günümüzde anlaşılabildi.

Garipçiler, Garip adlı kitaplarına yazdıkları önsözde, Türk şiirini katı kurallara bağlı ve doğallıktan uzak bulduklarını belirtmişlerdir. Garipçiler’e göre bu durumun temel nedeni hece, uyak, aruz gibi kalıpların şiirde vazgeçilmez sanılmasıydı.

Garip akımını takip eden şairler bir türlü düzgün para kazanamamıştır.Kaderleriyle başbaşa kalmışlardır.Genelde yalnız olarak hayata gözlerini yummuşlardır.

Hisarcılar: Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı şiir ekollüne bağlı olan şair ve yazarlar topluluğudur. Hisarcılar ilk şiirlerini Çınaraltı dergisinde, Garip akımına karşı bir duruş sergileyerek yayınladılar. Daha sonra 1950 yılında çıkarılmaya başlayan ve 1980 yılına kadar aralıklı olarak 277 sayı çıkarılan Hisar dergisi etrafında toplandılar.

Cumhuriyet dönemi edebiyatında Hisarcılar olarak isimlenidrilen bu grup; Mehmet Çınarlı, Mustafa Necati Karaer, Gültekin Samanoğlu, İlhan Geçer, Munis Faik Ozansoy, Yavuz Bülent Bakiler, Arif Nihat Asya, Tarık Buğra, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Sabahattin Engin, H. Rıdvan Çongur, Nurettin Özdemir, Rıza Polat Akkoyunlu, Macit Benice, Yahya Akengin, Sevinç Çokum, Sabahat Emir, Oyhan Hasan Bıldırki, Şevket Bulut, M. Fahri Oğuz, Necmettin Hacıeminoğlu, M. Necati Özsu, Muhtar Körükçü, Mahmut Özay, Faik Baysal, M. Necati Sepetçioğlu, Fevzi Halıcı, Mehdi Halıcı, Ülkü Uluırmak, Bilgesu Duru, Burhanettin Muz, Yusuf Mardin, Ömer Atilla, Metin And, Ergun Sav, Kamuran Özbir, Rüştü Şardağ, Müjgan Cumbur, Mehmet Önder, Hilmi Ziya Ülken, Talat Sait Halman, Coşkun Ertepınar, İbrahim Minnetoğlu, İsmail Geçeksöz, Ayla Oral, Bahattin Karakoç gibi şairlerden meydana gelmiştir.

Hisarcıların ortak görüşlerini: “Sanatçı bağımsız olmalıdır. Ulusal olmayan bir sanatın sınırları aşacağı düşünülemez. Sanatçının dili yaşayan dildir. Her alanda batı taklitçiliğine karşı çıkılmalı, gelenekler tümüyle reddedilmemelidir. Sanat siyasetin aleti olmamalıdır. Dildeki kargaşaya son verilmelidir.” anlatımlarıyla ortaya koymuşlar; bunu gerçekleştirmek istemişlerdir.
Bu gruptaki sairler; ölçü konusunda bir dayatmaya karsı olmuşlar, şiir olarak kalabildiği sürece aruzu da, heceyi de, serbest biçimli şiiri de kabul ettiklerini açıklamışlardır. Şiirin biçim özellikleri yönüyle, aruzda ve hecede alışılmış kalıpların çerçevesinden kurtulup yeni söyleyişlere ulaşmasını hedefleyen Hisarcılar, içerik özellikleri yönüyle de, şiirin konusunun sınırlandırılamayacağını, şiir feda edilmemek koşuluyla her konunun işlenebileceğini savunmuşlardır. Zira sanatın her şeyden önce bir hürriyet meselesi olduğunu dile getirmişler; ancak, dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman mutlak hürriyet rüzgârı esmediğini ileri sürerek “hürriyet perdesi arkasında oynanan maksatlı oyunlara pabuç bırakmayacaklarını” da her fırsatta dile getirmişlerdir.

İkinci Yeni: 1950’li yıllarda Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan gibi şairlerin başını çektiği bir şiir ve edebiyat akımı.

Garipçiler’e ve 1940 Toplumcu Gercekçi Kuşağı’na tepki olarak doğmuştur. İsim babası Muzaffer İlhan Erdost

Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan bir akımdı. Ortak ozellikleri; dilin alışılmış kalıplarını yıkmak, sözdizimini zorlamak, değiştirmek ya da bozmak oldu. Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlik verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çabaladılar, yer yer anlamın yittiği görülür şiirlerinde. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmektir.

Özellikleri:
Orhan Veli arkadaslarının yalın anlatımına tepki olarak dogmustur.
II. Yeni siirimizde çok uzun soluklu olmasa, genis bir okuyucu kitlesi bulamasa da Türk siirine yeni boyutlar getirmistir.
“siir için siir” anlayısıyla hareket etmisler; erdem, ahlak, toplum ve gerçek gibi konuların siirin dısında tutulması gerektigini savunmuslardır.
Onlara göre anlamlı olmak siir için önemli degildir.
II. Yeni’ye göre siir bir öykü anlatma aracı degildir. Öteki edebi türlerden kesin çizgilerle
ayrılmalıdır. Bu yüzden konuyu ve olayı siirden atmıslardır.

Esya, görünüm ve insanı gerçeküstücülükten daha asırı bir soyutlama ile anlatmayı amaç edinmislerdir.

Onlara göre siirde ahenk, ölçü ve uyakla degil; musiki ve anlatım zenginligi ile saglanmalıdır.
İkinci Yeni’nin Cemal Süreya’nın ölümüyle son bulduğu söylenir.
Garip’teki gibi ortak bir hareket olmayıp bağımsız şairlerin benzer bir çizgide şiir yazmasıyla oluşmuştur.
Taziye ornekleri vardır

Eleştiriler
Dönemin siyasi baskısından kaçmakla ve biçimcilikle eleştirildiler.Yazdıkları şiirlerinde birçok kişinin anlam bulamaması yüzünden çok tepki almalarına karşın onlar şiirlerini böyle yazmaya devam ettiler. 







Yorumlar

Popüler Yayınlar